Her gün bir kaza haberine denk geliriz. Bir araç yoldan çıkar ve bariyerlere çarpar. Gazeteler de bunu sayfalarına “büyük facia”, “korkunç kaza”, “akıl almaz felaket” gibi başlıklarla taşır. Peki, atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına bağlı olarak her gün birçok türün neslinin tükenmesini, birçok yerleşim yerinin sular altında kalmasını, insanların evlerinden olmasını ve ölmesini anlatmak için neden sadece “iklim değişimi” diyoruz?
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), altı binin üzerinde bilimsel makaleyi inceleyerek hazırladığı “1,5 derece” başlıklı raporunda gezegenin ve içindeki yaşamın son hızla bariyerlere doğru ilerlediğini ve 12 yıl içerisinde harekete geçilmezse bir çarpışma yaşanacağını açıkça belirtiyor. Bu kılavuzu yazarken kalan süre ise 10 yıl. Yeni bir iklim gerçekliği ile karşı karşıyayız. Bu yüzden de lügatimize birçok yeni kelime ekleniyor. Yaşadığımız yeni deneyimleri anlatmak için kullandığımız eski dili değiştirmemizin vakti ise geldi de geçiyor.
1) Yeni iklim gerçekliğine yeni kelimeler
İklim krizi günlük hayatımızın içinde daha fazla yer ettikçe içinde bulunduğumuz durumu anlatmak için yeni kelimeler ve kavramlar kullanmaya başladık. Mesela, iklim ve ekolojik felaketler giderek artarken insanlar bu durumdan psikolojik olarak daha fazla etkileniyor. Gidişatın oluşturduğu kaygıyı adlandırmak için kullanılan “eko-kaygı” kelimesi giderek daha çok günlük hayatımıza yerleşti.
Bir yandan krizden en çok etkilenecek nesil olan çocuk ve gençler iklim krizine karşı harekete geçilmesi talebiyle dünyanın dört bir yanında iklim grevlerine çıkıyor. Beri yandan kadınlar ekolojik çöküşe bir çözüm bulunana kadar doğum yapmayı reddederek “doğum grevine” gidiyor.
Havayolu endüstrisinin yol açtığı karbon emisyonları insanlar arasında “uçuş utancı” olarak adlandırılan bir duyguya sebep oluyor. İsveç’te yaygın olarak kullanılmaya başlayan flygskam kelimesinin tercümesi olan utuş utancı, “uçak ile yolculuk yapmanın yarattığı karbon emisyonu sebebiyle duyulan suçluluk duygusu” olarak tanımlanıyor.
Bir başka kelime ise ABD’de Yeşil Yeni Düzen savunucularından Temsilciler Meclisi üyesi Alexandria Ocasio-Cortez tarafından günlük dilimize girdi. Senatör Dianne Feinstein’ın Yeşil Yeni Düzen’i onaylamayacağını belirten açıklamasının üzerine Twitter’dan mesaj yayınlayan Ocasio-Cortez, senatörü “iklim erteleyicisi” sözleriyle eleştirdi ve bunun iklim inkârcılığı kadar tehlikeli olduğunu söyledi.
Kelime dağarcığımızdaki bu değişim pek çok sözlüğün de dikkatini çekti. Oxford Sözlük 2019 yılının kelimesinin “iklim acil durumu” olduğunu duyurdu. Daha önce, Collins Sözlük ise 2019 yılının kelimesi olarak “iklim grevi” kelimesini seçmişti. Sözlük, iklim grevi ifadesinin kullanımının yıl içerisinde oldukça gündemde olan Brexit kelimesini bile sollayarak açık ara farkla öne geçtiğini açıkladı.
2) Nereden nereye?
Lügatimize yeni giren kavramlar bir yana, daha önce kullandığımız kavramların ne tür değişikliklere uğradığı da önemli bir diğer nokta. Yaşadığımız dönüşümün yarattığı bilinçlenme sonucu yaygın medyanın dışında kalan çok sayıda medya kuruluşu artık kullandıkları haber dilinde farklı bir yaklaşım sergilemeye başladı. The Guardian gazetesi örnek bir tavır ortaya koyarak bir editoryal yazıyla iklim krizi ile ilgili haberlerinde haber dilini değiştirdiğini açıkladı. Benzer bir yaklaşımı Türkiye’de Açık Radyo, Diken, EkoIQ, NewsLab, T24, bianet, Yeşil Gazete gibi medya kuruluşları da uygulamaya geçirdi. Hem küreseldeki değişim hem de haber yaparken dikkat etmeye çalıştığımız kelime tercihleri üzerinden oluşturduğumuz asgari düzeydeki tablo şu şekilde:
Bu kelime tercihlerinden bazılarının elbette bağlamına uygun bir biçimde kullanılması gerekiyor. Mesela, deprem, volkanik patlama gibi felaketleri “doğal afet” diye tasvir etmekte bir sakınca olmazken, iklim krizi sebebiyle giderek sıklaşan orman yangınları, seller ve denizlerin yükselmesi gibi felaketlerden bahsederken bunların doğal bir şekilde cereyan etmediğini, aslında insanların eylemleri veya eylemsizlikleri sebebiyle meydana geldiklerini vurgulamak oldukça önemli. Bu da bizi yeni bir kavram olarak “insan kaynaklı afet” söylemiyle tanıştırıyor.
a) Değişiklik değil kriz
İklim krizine karşı harekete geçilmesi talebiyle iklim grevlerine başlayan İsveçli Greta Thunberg 2019 yılında şunları söylemişti: “2019’dayız. Artık hepimiz ‘iklim değişikliği’ demeyi bırakıp ona adıyla hitap etsek nasıl olur? İklim yıkımı, iklim krizi, iklim acil durumu, ekolojik yıkım, ekolojik kriz ve ekoloji acil durumu desek?”
Gerçekten de yayınlanan her yeni rapor aslında yaşadığımız ve gelecekte çok daha fazlasını yaşayacağımızın öngörüldüğü felaketlerin yalnızca bir “değişiklik” olma durumundan çoktan çıktığı gerçeğini yüzümüze vuruyor. Açık Radyo’nun genel yayın yönetmeni, programcısı ve kurucusu olan, aynı zamanda Türkiye’de iklim alanında büyük bir mücadele yürüten Ömer Madra “iklim değişikliği” yerine “iklim krizi” demenin önemini şu şekilde aktarıyor:
“İklim değişikliği deyince, sanki kendiliğinden ve doğal bir değişim oluyormuş, bunun kömür, petrol, doğal şirketleriyle, otomotiv endüstrisiyle filan ilgisi yokmuş gibi düşünülüyor.
Dahası, zaten doğal dünyanın gidişatı bu yöndeymiş, karşısında yapılacak bir şey yokmuş düşüncesi, duygusu hâkim oluyor. Üçüncüsü, her yerde bu felaketten en az sorumlu oldukları halde, en çok darbesini yiyenler de darbeyi vuran dev şirketler ve onları destekleyen hükümetler ve bankalar vb. görünmez oluyor.
Yoksul ülkeleri ve zengin ülkelerin yoksullarını öncelikle vuran bu olağanüstü varoluşsal felaket “Eh, ne yapalım, acı kader!” diye karşılansın, sineye çekilsin isteniyor.
Oysa bu bir değişiklik filan değil, düpedüz yıkım; BM Genel Sekreteri’nin isabetle söylediği gibi: Bir varoluş krizi.”
Ömer Madra
Krize Kriz Demek: İklim Terminolojisi
b) Kim ısıtıyor bu gezegeni?
“Küresel ısınma” yerine “küresel ısıtma” kavramının kullanımı da yine ince düşünülerek yapılmış tercihlerden biri. Buradaki motivasyon ise ısınma derken gezegenin kendi kendine ısındığı algısının yıkılarak bu durumun sorumlularına işaret etmek. Sorumluların kimler olduğunu bulmak hiç de zor değil.
Küresel karbon emisyonlarının üçte birinden yalnızca 20 şirketin sorumlu olduğu, 100 şirketin ise emisyonların yüzde 71’ini atmosfere saldığı araştırmalar tarafından ortaya konuyor. Hâl böyle olunca, gezegenin yüzey sıcaklığındaki artışın sorumlularına işaret etmek de biz gazetecilere ve aktivistlere düşüyor.
c) Doğanın bir parçası olarak insan
2020 yılı Oscar Ödülü törenlerinde En İyi Erkek Oyuncu dalında Joker filmindeki performansıyla ödül kazanan Joaquin Phoenix, konuşmasında insan ve doğa arasındaki ilişkiye değindi. Aynı zamanda vegan bir aktivist olan, daha önce iklim grevlerinde gözaltına alınan ünlü oyuncu, dünyadaki bütün mücadele türlerinin kaynağının aynı olduğunu söyledi:
“Bir ulusun, bir insanın, bir ırkın, cinsiyetin ya da bir türün hakaret, kontrol, sömürü ya da başka birini cezasızlıkla kullanma hakkına sahip olduğu inancına karşı mücadeleden bahsediyoruz… evrenin merkezinde olduğumuza dayanan bir dünya görüşüne karşı mücadele.”
Gerçekten de aslında gezegenin sömürülmesine sebep olan anlayış tam olarak insanın kendisini evrenin merkezinde konumlandırmasından kaynaklanıyor. Bu anlayışı terk etmediğimiz sürece işlerin iyiye gitmeyeceği açık. Kullandığımız dilin bu anlayıştan giderek uzaklaşması, iklim ve ekolojik krizle mücadelede büyük bir önem taşıyor.
Biz doğada bulunan varlıklara “kaynak” demeyi sürdürdüğümüzde, doğanın insana hizmet etmek için var olduğu algısını pekiştirmiş oluyoruz. Aynı şekilde insan dışındaki canlıların ölüm haberini yaparken “telef oldu” demek veya bir popülasyonu anlatırken “stok” kelimesini tercih etmek insan dışındaki bütün canlıları insanlığa olan hizmetiyle sınırlandırdığımız anlamına geliyor.
Birçok kişi sıklıkla kullandığımız “çevre” kelimesinin de benzer bir yaklaşımı işaret ettiğini söylüyor. Çevre denildiği anda merkezde olan bir insan ve onun çevresinde yer alan doğa imgelemi oluşuyor. Bunlar akla gelen basit örneklerden sadece bazıları. Kelimelerin anlamlarına bu eleştirel gözle bakmayı sürdürdüğümüz takdirde eminiz ki yepyeni bir kelime dağarcığı ve yepyeni bir dünya bizi bekliyor olacak.