Bu bölümde gazetecilerin ekoloji haberlerinde yararlanabilecekleri, farklı konularla ilgili karşılarına çıkabilecek bazı pratik bilgiler paylaşıyoruz. Buradaki bilgilerin gazetecilere bir perspektif vermesini ve bir temel oluşturmasını umuyoruz, ancak nitelikli haberler üretmeleri için daha derinlemesine araştırmalara ihtiyaç duyabilirler.
Bazı Terimler
Biyoçeşitlilik: Biyoçeşitlilik tüm dünyada veya belirli bir habitatta, ekosistem, tür ve gen çeşitliliğine verilen addır.
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi): “Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, ‘seçilen yer’ ile ‘teknoloji alternatiflerinin’ belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmalar” olarak tanımlanıyor. Çevre Kanunu’nun 10’uncu maddesi gereğince, çevre sorunlarına yol açabilecek projeleri gerçekleştirmeyi planlayan kurum, kuruluş ve işletmeler Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu veya Proje Tanıtım Dosyası hazırlamak zorundadır. Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecine tabi projeler ile bunların ÇED süreçlerine ilişkin usul ve esaslar, ÇED Yönetmeliği yoluyla belirlenir. Kamuoyunda tartışmalara neden olan birçok projenin ya ÇED sürecinin işleyişinde sorunlar ortaya çıkmıştır ya da ÇED raporları yargıya taşınmıştır. ÇED süreçlerinin takibini yapmak için Cömert Uygar Erdem’in hazırladığı Yurttaşlar için ÇED Süreci Takip Rehberi’nden yararlanabilirsiniz.
Ekoloji: Organizmaların birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır. İlgilendiği konular arasında biyoçeşitlilik, dağılım, biyokütle ve organizmaların yoğunluğu ile türler içinde ve türler arasında işbirliği ve rekabet vardır.
Ekosistem: Canlı organizmalardan, içinde bulundukları ortamlardan ve aralarındaki etkileşimlerden oluşan toplama denir. Ekosistemlerin sınırları zamanla değişebilir. Günümüzde birçok ekosistem ya insan faaliyetlerinin etkilerini kendi çevrelerinde hisseder ya da insanları kendi içlerindeki canlı organizmalar olarak barındırır.
Fosil yakıtlar: Milyonlarca yıllık doğal süreçler sonucunda elde edilen kömür, petrol ve doğalgaz fosil yakıtlara örnektir. Fosil yakıtlar yakılarak tüketilir ve bu işlem sırasında karbondioksit açığa çıkar.
Hava kirliliği: Hava kalitesinin insan sağlığını, doğayı ve çevreyi olumsuz etkileyecek şekilde bozulması. Endüstriyel üretim, ulaşım araçları ve insan faaliyetleriyle doğrudan veya dolaylı zararlı etkiye sahip maddelerin (gazlar, aerosollar, partikül maddeler) atmosfere salımıyla oluşur.
HES: Hidroelektrik santralleri için çoğunlukla bir nehrin doğal akış yolu kesilir ve baraj kurulur. Barajdan daha düşük seviyeye doğru bırakılan suyun hareketiyle enerji üretimi sağlanır. Türkiye’de HES diye de bilinen hidroelektrik santralleri inşası için nehirlerin doğal yapısı değiştirilir. Bu da toprak ve havza kalitesi ve sağlığının yanı sıra biyoçeşitliliğin de zarar görmesine yol açar.
Karbon ayak izi: Bireyler ya da şirketler, kurumlar tarafından belirli bir süre boyunca yayılan karbondioksit miktarı. Bir ürünün üretimi sırasında açığa çıkan/salınan karbondioksit miktarını ifade etmek için de kullanılır.
Karbondioksit: Hem doğal yollardan hem de fosil yakıtların yakılması gibi insan kaynaklı faaliyetlerden atmosfere yayılan bir sera gazı. Atmosferdeki karbondioksit miktarının artması, atmosferde daha fazla sıcaklığın tutulmasına, bu da gezegenin ısınmasına neden olur.
Kömürlü termik santraller: Bir fosil yakıt türü olan kömürle çalışan enerji santralleridir. Bu santrallerde yakılan kömürün ürettiği ısıyla buharlaştırılan suyun türbinleri çevirmesi sayesinde elektrik enerjisi üretilir. KTS’ler yılda tek başına toplam emisyonların beşte birinden sorumludur. Bu yüzden KTS’ler iklim krizine yol açan sera gazı emisyonlarının en büyük kaynağıdır. KTS’ler aynı zamanda yarattığı hava kirliliği sonucunda dünya çapında yüz binlerce erken ölüme sebep olmaktadır.
Kuraklık: Anormal ölçüdeki kuru havanın bir bölgeye uzun süre hâkim olması ciddi su dengesizliği meydana getirir. Buna kuraklık adı verilir. Kuraklık iklim krizinin önemli sonuçlarından olmakla birlikte iklim krizinin derinleşmesine de neden olur. Toprağın kuruması ve üzerinde ürün yetişmemesi güneş ışınlarının toprak tarafından daha çok tutulmasına sebep olur. Türkiye’de 20’nci yüzyılda her 25 yılda bir ciddi kuraklık rejimi yaşanırken, 1980’lerden itibaren kuraklık sıklığı beş yılda bire düşmüştür.
Nükleer enerji: Uranyum ya da plütonyum gibi ağır elementlerin nötron bombardımanına tabi tutularak iki parçaya bölünmesi sonucu ortaya bir miktar enerji çıkar. Fisyon sonucu elde edilen bu enerjiye nükleer enerji denir. Savunucuları, nükleer enerjinin temiz bir enerji olduğunu belirtse de tükenmiş yakıt ve nükleer atıkların bertaraf edilemeyişi, kaza riski ve terör saldırısında hedef olma durumu gibi sorunları barındırır. En bilinen ve etki alanı büyük olan nükleer kazalar Çernobil ve Fukuşima’da yaşanmıştı. Çernobil Nükleer Santrali’nde gerçekleşen kaza dünyada çok geniş bir bölgeye radyoaktif maddelerin taşınmasına, binlerce kişinin hayatını kaybetmesine yol açtı. Bu tür endişelerden ve yenilenebilir enerji gibi kaynaklara göre pahalı olmasından dolayı nükleer enerjinin geleceği oldukça tartışmalı.
Türkiye’de Mersin’in Akkuyu ilçesinde nükleer santral inşaatı sürüyor. Santralin faaliyete geçmesi hâlinde deprem, nükleer kaza, insan hatası gibi olayların nükleer felakete yol açacağına ve nükleer atıkların yaratacağı sorunlara ilişkin çalışmalar mevcut.
PPM: İklim ile ilgili uluslararası raporlarda sıklıkla karşılaşılabilecek bu kısaltma, milyonda bir birim anlamına geliyor ve atmosferde karbondioksit gibi gazların yoğunluğuna işaret ediyor. Biliminsanları ve iklim uzmanları güvenli üst sınır olarak 350 ppm’nin hedef alınması gerektiğini vurguluyor. Ancak şu anki veriler 350 ppm’den bir hayli fazla. 2020 yılında ulaşılan ortalama karbondioksit ppm değeri 415 ppm’di.
Sera gazı salımı: Doğal sera etkisi yeryüzünün ısınmasını sağlayan doğal bir süreçtir. Güneş ışınları atmosfere ulaştığında bir kısmı uzaya geri yansır, kalanı ise okyanuslar ve kara parçaları tarafından emilir ve ısının bir kısmı atmosferdeki sera gazları tarafından tutulur. Bu da yaşam için dünya üzerinde gerekli sıcaklığı sağlar. Bu hâliyle sera etkisi dünya yüzeyini ısıtan doğal bir süreçtir. Ancak başta fosil yakıtların kullanımı, sanayi üretimi, tarım için ormanların yok edilmesi gibi insan faaliyetleri yüzünden atmosfere çok daha fazla sera gazı salınır. İşte bu gazlar atmosferde hapsolarak dünyanın olması gerekenden daha fazla ısınmasına neden olur.
Sera gazları: Doğal olarak ve insan faaliyetleriyle atmosfere salınan ve atmosferde ısıyı hapsederek yeryüzünün ısınmasına neden olan gazlar. Su buharı (H20), karbondioksit (CO2), metan (CH4), azot oksit (N2O) ve ozon (O3) atmosferdeki başlıca sera gazlarıdır. Ancak tamamen insan yapımı sera gazları da var: Halokarbonlar, klorin ve bromür içeren gazlar. Bu noktada, Kyoto Protokolü’yle altı sera gazının salımınının kısıtlandığını bilmekte fayda var: Karbondioksit (CO2), azot oksit (N2O), metan (CH4), perfluorocarbon (PFCs), hidroflorokarbon (HFCs) ve sülfürhekzaflorür (SF6).
Bazı sorular
Aşırı hava olaylarıyla iklim değişikliği arasında bir ilişki var mı?
Dünyanın farklı coğrafyalarında sıcak hava dalgaları, yıkıcı seller, dolu, hortum, kuraklık gibi aşırı hava olayları görülür ve bu her zaman iklim değişikliğinden kaynaklı olmak zorunda değil.
Ancak gazetecilerin haberlerinde dikkat edeceği nokta şu: İklim krizi aşırı hava olaylarının sıklığını, şiddetini, mekânsal kapsamını ve süresini etkiliyor.
Sayılarla anlatalım: Dünya Meteoroloji Örgütü 1970-2019 yılları arasında iklim değişikliği ile kuraklığa bağlı insanî ve ekonomik kayıpları inceledi. Bundan 50 yıl önce yılda ortalama 700 felaket yaşanırken, 2000-2009 yılları arasında yılda karşılaştığımız felaket sayısı 3500’ün üzerine çıktı. Rapora göre, 50 yılda iklim değişikliğinden kaynaklanan fırtına ve seller ile sıcak hava dalgalarının yol açtığı felaketlerde tam beş kat artış yaşandı.
Yine Dünya Meteoroloji Örgütü’nün 2021 İklimin Durumu raporunda da, aşırı hava olayları şu anda dünyanın “yeni normali” olarak tanımlandı.
Bilim insanları iklim modellemelerinde, günlük sıcaklıklarda yüksek sıcaklıkların görülme sıklığı ve şiddetinin artacağı, soğuk günlerinse azalacağı sonucuna ulaşıyor.
İklim krizine biz mi sebep olduk? Yoksa bu bir doğal döngü mü?
İklim inkârcılarının en çok başvurduğu iddialardan biri iklim değişikliğinin insan faaliyetlerinden kaynaklanmadığı, dünyamızın dönem dönem bu tarz ısınma ve soğuma dönemleri geçirdiğidir. Ancak bu iddia doğru değil. İçinde bulunduğumuz çağda iklim uzmanlarının yüzde 97’si insan faaliyetlerinin iklim değişikliğine sebep olduğu konusunda hemfikir. Peki, insan faaliyetleriyle ne kastediyoruz?
Sanayi Devrimi’nden sonra büyük oranda fosil yakıtlardan elde edilen enerjiyle üretime geçtik. Kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlar atmosfere uzun yıllar çok yüksek oranda sera gazı salınmasına neden oldu. Dünyamız artık bunu tolere etmekte zorlanıyor. Sanayi, tarım faaliyetleri, tüketim alışkanlıklarımız, yoğun kirlilik dünyanın dengesini bozan diğer faktörler.
Salgınlarla iklim krizi arasında bir ilişki var mı?
Dünyada yaşayan diğer canlılarla kurduğumuz ilişkinin enfeksiyonların yayılma riskini artırdığını biliyoruz. İklim krizi de burada önemli bir etken. Gezegenimiz ısındıkça, bu ısınmadan kara ve deniz hayvanları da etkileniyor ve normalde alışık olmadıkları sıcaklıktan kaçmak için yer değiştiriyorlar. Bu onların normalde karşılaşmamaları gereken diğer hayvanlarla, mekânlarla karşılaşmalarına neden oluyor.
Bu karşılaşmalar virüs ve bakterilerin yerleşebilecekleri yeni konaklara yaklaşmalarını sağlıyor, böylece hayvanlar taşıdıkları virüsleri diğer hayvanlara aktarıyorlar, onlar da insanlara. Peki, sadece sıcaklık artışı mı buna neden oluyor? Hayır, ormanları tarım alanları açmak için yok etmek, yaban hayatın dengesini bozmak da virüslerin insanların olduğu yerlere yayılmasına neden oluyor.
Yenilenebilir enerji kaynakları hangileri?
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) yenilenebilir enerji kaynaklarını güneş, rüzgâr, okyanus, hidroelektrik, biyokütle, jeotermal kaynaklar, biyoyakıt ve hidrojen olarak sıralar. Ancak en yaygın kullanılan yenilenebilir enerji kaynakları güneş ve rüzgârdır. Hidroelektrik santralleri ise ekolojik düzene dışarıdan müdahalede bulunarak toprak ve havza yapısını değiştirdikleri için tartışmalıdırlar. Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlar yenilenebilir değil, tükenebilir enerji kaynaklarıdır.
Yenilenebilir enerji kaynakları düşük veya ihmal edilebilecek derecede az karbon salımına yol açtığından iklim kriziyle mücadelenin anahtar oyuncularından biri olarak görülüyor.
Doğalgaz masum mu?
Doğalgaz da tıpkı kömür ve petrol gibi bir fosil yakıttır. Kömüre göre yaklaşık yarı yarıya daha az karbon emisyonuna yol açsa da kullanım oranı olarak bakıldığında sera gazı emisyonlarında önemli bir payı vardır. Dolayısıyla doğalgaz, güneş ve rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir ve temiz bir enerji değildir. Tek başına ele alındığında sadece kömüre göre daha temiz bir enerjidir, yani kötünün iyisidir. Yakıldığında kömüre oranla çok daha az duman çıkarması doğalgazı daha masummuş gibi gösterir.
Buradaki kaynakça hazırlanırken İklim Haberciliği Ağı’nın hazırladığı Gazeteciler için İklim Krizi Terimleri ve İklim Haberleri için Pratik Bilgiler kitapçıklarından yararlanılmıştır.