Türcülük kavramı, bir türün diğer türlerden daha üstün olduğu düşüncesi üzerine temelleniyor. Adaletsiz, eşitlikçi olmayan bir ayrımcılık biçimi türcülük olarak tanımlanıyor. Cinsiyet eşitsizliğine dayanan cinsiyetçilik ve ırk farklılığına dayanan ırkçılık kavramları gibi, tür farklılığından ortaya çıkan eşitsizlikler türcülük olarak adlandırılıyor.
İlk olarak Britanyalı filozof Richard Ryder ve etik konusunda çalışmalarıyla tanınan Avustralyalı Peter Singer’in 1970’li yıllarda dikkat çektigi bu kavram bağlamında anti-türcülük / türcülük karşıtlığı, veganizm ve hayvan özgürlüğü ideolojileri gelişiyor. Türcülük karşıtlığı, hâkim tür insanın, insan olmayan canlıları ötekileştirerek daha az değerli ya da önemsiz görmesine karşı çıkan, tüm canlıların eşit yaşama hakkını savunan bir yaşam felsefesi. Yeryüzünü tüm canlılarla birlikte paylaştığımız gerçeğinden yola çıkarak, hissedebilen her canlının yaşama hakkına saygı duyulması gerektiği fikri üzerine kurulu.
Hayvan özgürlüğü mücadelesi, insan, hayvan ve yeryüzü için adalet ve özgürlüğü eşit bir şekilde talep eder ve savunur. Buna göre, türe dayalı ayrımcılık ile ırkçılık ve cinsiyetçilik arasında bir fark yoktur. Bu sebeple, adalet arayışından eşitlikçi dil kullanımına kadar her alanda hassasiyet gerektiren bir konudur.
Türcü dil nedir?
Ayrımcılığı farkında olmadan ya da bilinçli olarak sürdüren söylemlere ve kişilere “türcü” deniyor. Türcü söylemler belli bir türün çıkarına hizmet eden davranışları normalleştirirken ve savunurken, diğer türlerin çıkarlarının ise göz ardı edilmesine yol açıyor. “Türcü medya” tanımı da bu bağlamda gelişiyor. Haber içeriklerinde insan dışındaki canlılara karşı ötekileştirici dil kullanımına ve medyanın rolü ile dönüştürücü potansiyeline işaret ediyor.
Etin Cinsel Politikası (Ayrıntı Yayınları, 2013, İngilizce baskısındaki adıyla The Sexual Politics of Meat: A Feminist-Vegetarian Critical Theory) adlı kitabın yazarı Carol J. Adams seçtiğimiz kelimelerin bir şeyleri adlandırmak ya da tanımlamaktan daha fazlasını yaparak statü ve değer atfettiğini vurguluyor. Hangi düşünce biçimi olduğuna bakılmaksızın üretilen her söylem toplumun geneline yayılıyor. Filozof Ludwig Wittgenstein’ın “dilimin sınırları, dünyamın sınırları demektir” sözüyle ifade ettiği üzere toplumun düşünce dünyasının sınırlarını insanların kullandığı dil çiziyor.
Sistematik sömürü biçimini normalleştirici her türlü zihinsel kalıpların dile yansıdığını fark etmemiz önemli. Hem basılı hem de dijital ortamda yer alan haberler belli bir zihniyetin yansıması. Bu sebeple, hayvanların özgürleşmesini ve temel yaşam haklarının korunmasını sağlamak için dil ve medya önemli bir araç. Toplumdaki egemen söylemleri değiştirmek açısından baktığımızda da kaçınılmaz. Buradan devam edersek, her gün yayılan türcü haberler ile hayvanların hakları yok sayılıyor ve bu durum toplum tarafından olağanlaşıyor diyebiliriz. Dolayısıyla, toplumun hayvanlara bakışının biçimlenmesinde medyaya önemli bir rol düşüyor. Hayvan hakları odaklı haber dili kullanımı eğer yaygınlaşırsa, toplumsal farkındalık ve dönüşüme katkı sağlayabiliriz. İnsan dışındaki tüm canlıların nesneleştirildiği dünyayı değiştirmeye türcü terimleri sözlüğümüzden çıkararak başlayabiliriz.