Söyleşi başlamadan hemen önce
Söyleşici ve konuk, belirlenen adreste buluşup tanıştıklarında ilk izlenimler karşılıklı olarak edinilir. Yaş, cinsiyet, etnik köken ve ekonomik sınıf gibi kendini görünüşte gösterebilen ayrımcılık konuları bu izlenimlerde yeniden üretilebilir. Ayrımcılığın hedefi olduğunu düşündüğü durumlarda, gazeteci buna direkt olarak karşı çıkabilir veya söyleşi esnasında dolaylı sorularla konuğun bu eğilimini açığa çıkarıp okuyucuya yansıtmayı tercih edebilir.
Söyleşiden hemen önce belirebilecek bir ihtimal, söyleşi sürecine üçüncü bir kişinin katılması. Söyleşi konuğu odada birinin daha olmasını isterse veya menajer gibi üçüncü bir kişi söyleşi esnasında bulunmayı talep ederse gazeteci, bu durum söyleşiye olumlu bir katkı sunmayacaksa ve mümkünse söyleşiyi bu ihtimalden korumalı. Zira, konuk üçüncü kişiye hitaben konuşmaya başlayabilir veya üçüncü kişi arzu edilmemesine rağmen müdahalelerde bulunabilir. Mevzu menajerler ve halkla ilişkiler uzmanıysa bu iki durumun aynı anda yaşanması kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu olasılığın bertaraf edilmesi söyleşiyi başlamadan bitmekten kurtaracaktır.
Tanışma sırasında konuşurken konuğa söyleşi için tam olarak ne kadar zaman ayıracağı bir kez daha sorulmalı. Söyleşici verilen zamanı yetersiz buluyorsa konuğu süre sınırını aşmak zorunda kalabileceklerine veya fazla olduğunu düşünüyorsa daha erken bitme ihtimali olduğuna dair uyarabilir. Her durumda söyleşici elindeki soruları verilen saate göre ayarlama yükümlülüğünü söyleşi esnasında aklında tutmalı.
İlk soru
Gazeteci ses kayıt cihazlarının veya kameranın açılacağı bilgisini net bir şekilde konuğa verdikten sonra söyleşi, kayıtla birlikte başlar. İlk soru, konuğun bilgisinden alınacak ilk ısırıktır. Bu, hem konuğa hem de okuyucu/dinleyici/izleyiciye söyleşinin nasıl gelişeceğine dair ilk işareti verir. İlk sorunun sıkıcı veya konuğa o vakte kadar pek çok kez yöneltilmiş bir soru olması gazetecinin kendisi de dâhil olmak üzere söyleşinin tüm paydaşlarını söyleşiden koparmasıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle heyecan yaratan bir soru seçimi gazetecinin konuğuna ve okuyucuya kim olduğunu söylemesi açısından iyi bir başlangıç olacaktır.
İlk sorunun sert mi yoksa yumuşak mı olacağı ise bir tercih. Wall Street Journal’dan Fred. L. Zimmerman “Hiçbir zaman söyleşiye zorlu sorularla başlamayın” tavsiyesinde bulunurken,1 The Observer’dan Lynn Barber aksini öneriyor. Barber, konuğun söyleşiyi acısız atlattığını düşünerek rahatlamasının söyleşinin geri kalanını da kötü yönde etkileyeceğini savunuyor.2 Ancak bu, nihai bir karar gerektiren bir konu değil. Açılış sorusu, her söyleşinin konusu ve konuğu ışığında tekrar gözden geçirilmelidir. Örneğin, gazetecinin homofobisini sorgulamak istediği bir yazara, açılış sorusu olarak çocuğu eşcinsel olsa ne yapacağını sormak yerine, öncesinde diğer merak edilen konulardan birkaçını sorabilir. Böylece konuk, soru üzerine masadan kalkacak olsa bile artık bunu söyleşici ile aralarında kurulan ilişkiyi ve kaydı göz önüne alarak yapmak zorunda kalır. Ancak seçim öncesi belediye başkanlığına aday olmuş bir siyasetçi için bu ihtiyat aynı faydayı yaratmayabilir. Siyasetçinin propaganda yapmasına izin veren yumuşak bir açılış sorusu hem zaman hem gazetede yer kaybettirir. Elbette bu da söyleşicinin tercihi veya yayın yönetmenin isteği olabilir. Bu yöndeki kararlar, okuyucuda/izleyicide yayının ve gazetecinin tarafsız olmadığına dair izlenim yaratır ve söyleşiciyi mesleki olarak gözden düşürür.
Dinlemek ve cevaptan soru çıkarmak
Söyleşi konuğunun ne dediği, onun hangi konularda bilgi sahibi olduğu, neleri konuşmak istediği, hangi konulardan kaçınmak istediğine dair söyleşiciye bir rehber sunar. Bu rehberi okuyup ona göre yol haritasını yeniden düzenleyebilmek için söyleşici konuğunu dikkatle dinlemeli.
Gazeteci söyleşi yaparken aklındaki soru düzeneğini takipte ısrar etmek yerine konuğun söyledikleri içinde öne çıkan ifadeleri yakalamaya çalışmalı. Cevaplardan üretilen sorular, çoğu zaman hazırlananlardan daha ilginç ve akıcı olacaktır. Bu soruları konuğu bölmeden sormak için gazeteci defterine kısa notlar alabilir veya yanıtın söyleşiyi bir monoloğa dönüşme riskini görüp hızla araya girebilir. Her koşulda, elindeki soruları okuyan bir söyleşici yerine olay yerinde bulunan bir söyleşici tercih edilir. Çünkü ancak bu sayede söyleşici ve konuk tam anlamıyla irtibata geçer ve okuyucu metni okurken veya söyleşiyi izlerken bu bağlantının tadını alır. Aksi takdirde, söyleşinin postayla yollanmış sorulara alınan yanıtlardan pek farkı olmaz.
Sessizlik ve mimikler de malzeme
Söyleşinin sadece dile gelen kelimelerle sınırlı olmadığı en güzel televizyon söyleşilerinde açığa çıkar. Sessizlikler, mimikler, atağa geçen tikler ses kayıt cihazına düşmez ve okuyucu, gazeteciyi etkileyen ve sorularını şekillendiren bu tavırlardan bihaber kalır. Bu nedenle söyleşici, eğer bu verilerin cevabı zenginleştirdiğini veya farklılaştırdığını düşünürse gözlemlediği durumlara dair soru üretme yoluna gidebilir. “Bu soruyu yanıtlamak için normalden fazla düşündünüz, neden?” “Yanıt vermeden önce tebessüm ettiniz?” “Soru canınızı sıktığı için mi saatinize bakmaya başladınız?” benzeri çıkışlar hem okuyucuyu göremediği o anda neler olduğuna dair bilgilendirir hem de söyleşi konuğuna başrolü oynarken izlendiğini gösterir.
Konsantrasyon bozulursa
Söyleşicinin konsantrasyonu verilen cevapları dinlerken dağılabilir ve bunun sonucunda yanıtın bir bölümünü kaçırabilir. Bu durumu söyleşicinin o esnada kabullenmesi ve çözüm bulması, daha sonra kaçırdığı sözlerin önemini fark etmesinden ve çözüm bulamamasından daha tercih edilir. Konuktan yanıtı tekrarlamasını veya daha belirgin ya da biraz daha açarak konuşmasını istemek her zaman başvurulabilecek bir yöntem. Bu, aynı zamanda aktarılanları toparlamak veya sis altında kalmış cümleleri netliğe kavuşturmak için de faydalı. Zira başlığa taşınınca sorun yaratabilecek ikircikli ifadeleri yine söyleşi sırasında düzlüğe çıkarmak, geç kalıp redaksiyon aşamasında potansiyel bir başlığa veda etmekten daha acısız olacaktır.
Geveze söyleşici
Söyleşi esnasında baş gösterebilen bir başka önemli durum, söyleşiyi kimin verdiğinin belli olmaması. Özellikle televizyon söyleşilerinde kimi söyleşiciler, bilgi içermemesine rağmen sorularını uzun tutabiliyor. Bu da söyleşicinin lafını toparlamayı başaramadığı ve gelecek yanıta dair merakının konuşma şehvetine yenik düştüğü intibasını yaratıyor. Söyleşide hacimsel olarak ağırlık konuğun sözlerinde olmalı. Çünkü söyleşi onun söyleyecekleri merak edildiği için okunuyor/izleniyor/dinleniyor. Soruların amacı, söylenecekleri merak edilir ve tatminkâr kılması olduğundan, gazeteci soruyu zamandan olabildiğince az çalarak sorup konuğun yanıtlamasına izin vermeli.
Gerginlik ve masadan kalkan konuk
Söyleşi esnasında yaşanması olası durumlardan biri gerginlik. Söyleşiler, sadece bir tarafın soru sorması ve diğerinin cevap vermesinden oluştuğu için “sorgulama” olarak algılanabiliyor. Bu algı, roller düşünüldüğünde çok da yersiz değil. Bu da, özellikle politikacılarla yapılan söyleşilerde “sorgulanan” konuğun o vakte kadar varlığı bariz olan otoritesini sarsmaya meyilli bir durum.3 Dolayısıyla, her ne kadar hafif olsalar da eleştirel sorular, konuğun kendisini aniden köşeye sıkıştırılmış hissine kapılmasına neden olup karşısındaki gazeteciyi terslemesine yol açabiliyor. Bu durumlarda söyleşicinin, konuğun kendisine yönelik kişisel bir tepkide bulunmadığını düşünmesi ve farklı sorulara ne tür cevap verdiğini anımsaması işini kolaylaştırabilir. İkinci adımda söyleşicinin karar vermesi gereken, benzer sorularla mı yoksa rahatlatıcı olanlarla mı devam edeceği. Bu türden kararlar, söyleşicinin tarzını da belirleyen dönemeçlerdir. Ne söyleşi verene havlu attırıp masadan kaldırmak ne de çanak sorularla söyleşicinin kendini kötü göstereceği söyleşiler yaratmak emeğinin karşılığını verir. O esnada çıkan dinamiği iyi değerlendirerek, karşındaki konuğun kaldırabileceğini düşündüğü ölçüde devam etmesi ama sorulması ertelenen soruyu sormadan söyleşiyi bitirmemesi ideal olur.
Söyleşicinin çabalarına rağmen oluşan gerginlik konuğun söyleşiyi iptal etme özgürlüğünü kullanmasıyla sonuçlanabilir. Bu her zaman tüm emeğin çöpe gitmesi anlamına gelmeyebilir. Neşe Düzel, 2007’de Kürt siyasetinin bilinen isimlerinden Hasip Kaplan’la yaptığı söyleşiyi sorulara dair anlaşmazlık çıktığı gerekçesiyle tamamlayamayınca kaydı “Yarım kalan söyleşi…” başlığıyla yayımladı. Düzel, bu kararını şöyle açıkladı:
“(…) Tartışma, söyleşiye başlayıp teybi açtıktan sonra gerçekleştiği için, konuşmamız Hasip Kaplan’ın bilgisi dahilinde teybe kaydedildi. Söyleşinin neden yarıda kaldığı konusu gerek medya gerekse Kürt politikacılar arasında merak konusu olacağından, bu konuşmayı, kuşkuları ortadan kaldırmak için aynen yayımlıyorum.”4
Bir ilişki olarak söyleşi ve kayıt dışı konuşmalar
Söyleşi, birbirini tanımayan iki insanı çok hızlı bir şekilde gündelik hayatta rastlanmayan, ilginç sayılabilecek yoğun bir ilişki içine oturtuyor. Çoğunlukla telefonda tanıştıktan sonra ilk buluşmalarını kararlaştırılan adreste yapan iki kişi oturuyor ve bir taraf kimi özel, kimi daha önce hiç sorulmamış, kimi eleştirel olan soruları peşi sıra karşı tarafa yöneltiyor. Daha önce el sıkışmamış bu iki insan, yarım saatten üç saate, hatta süre uzarsa ikinci bir güne de yayılan bir zamanda sıkı bir diyalog kuruyor. Kurulan bu yoğun ilişki iki tarafta da ani bir yakınlıkla birlikte bir bezginlik yaratır ve bu durumun farklı yansımaları olabilir.
Bunlardan biri gazetecilerin başına gelen kayıt dışı bilgi aktarımlarının söyleşi esnasında olması. Konuk, söyleşi devam ederken “Şimdi söyleyeceklerim off the record, anlaştık mı” diyerek gazeteciyle o ana kadar yaptıkları konuşmayı solda sıfır bırakacak bir bilgi paylaşabilir. Ancak o bilginin kayda geçilmeyeceğini kabul etmiş bir gazeteci için bu bilgiyi basmak, o kişi izin verene veya hayatını kaybedene kadar etik dışı olur. Gazeteci, bilgiyi bilmesine rağmen yayımlamamayı geleceğe yatırım olarak görebilir veya konukla elde ettiği bu yakınlığı söyleşiden daha çok önemseyebilir. Ancak bilginin kuvveti nedeniyle geceleri uykusu da kaçabilir. Bilmesine rağmen sessiz kalarak bir suça ortak olabilir. Bu nedenle gazetecinin konuklardan bu yönde gelebilecek tekliflere ne tepki vereceğini önceden düşünmesi ve karar vermesi iyi olabilir.
Zaman sıkıntısı
Söyleşicinin kurucu olduğu söyleşi süresince akıldaki “sormadan olmaz” dediği sorularını kalan saate göre ayarlamak durumunda. Yanıtların tekrara dönüştüğü zamanlarda konuktan hızlanmayı rica etmek, az vakit ama çok soru kaldığı hakkında bilgilendirme yapmak bu sıkışıklıkları karşılıklı rahatlatma çabası yaratabilir. Ancak çoğu zaman yorulan konuk, böyle bir işbirliğine girmez. Dolayısıyla söyleşi süresince düzenli kontrol, elde sorulamamış sorularla kalmaya karşı bir kurtarıcı olacaktır.
Başlık kaygısı
Söyleşi bittiğinde editörün çıkan başlığı soracağını bilen gazeteci, söyleşiyi bu kaygıyla dinler. Özellikle söyleşinin sonlarına doğru yaklaşılmış ve söyleşicinin elinde hâlâ ilgi çekici bir alıntı yoksa, bu durum gazetecinin yılmasına ve söyleşi esnasında söyleşiden vazgeçmesine neden olabilir. Bu noktada unutulmaması gereken söyleşinin bir başlıktan daha fazlası olduğu. Çok iyi söyleşileri ilk okutan her ne kadar başlıkları olsa da akılda kalan metinden arda kalan lezzettir. Görsel ve işitsel söyleşilerde başlık kaygısı yazılı basına göre bu yüzden de düşük olur. Başlık stresi nedeniyle ipleri gevşetmektense söyleşiyi bir bütün olarak görüp onu güzel sonlandırmak daha pragmatik bir yaklaşım olacaktır.
Dahası başlık kaygısı sadece gazetecinin değil, söyleşi verenin de kapıldığı bir duygudur. Medyanın çoğu zaman haksız da olmayan kötü şöhreti nedeniyle, konuklar karşılarındaki gazetecinin de söyleyeceklerini çarpıtacağından şüphelenir ve söyleyeceklerini içinde bir şey kalamayana kadar elekten geçirebilir. Bu nedenle söyleşici sadece kendi başlık kaygısını değil, konuğun bu endişesini de kurduğu güven ilişkisinde eritmeli ve söyleşi ertesinde çıkacak ürünle de bu güveni sarsmamalıdır.
Fotoğraf çektirme
Eğer söyleşiden önce yapılmadıysa söyleşici, konukla vedalaşmadan önce birlikte fotoğraf çektirmeli. Fotoğrafın mümkünse profesyonel, değilse amatör bir el tarafından çekilmesinde sakınca yok ancak selfie tarzında çekilecek fotoğraflar konuya ve gazeteci ile konuk arasında olması beklenen mesafeye gölge düşürür. Fotoğraf makinesi yoksa akıllı telefonlarla üçüncü kişiler tarafından çekilecek bir fotoğraf hem yazılı metne renk katar hem de söyleşinin görsel kanıtını oluşturur. Okuyucu da kimlerin ağzından çıkan cümleleri okuduğuna dair görsel bir bilgi sahibi olur. Birlikte çekilmiş bir fotoğrafın yanı sıra konuğun tek başına pozlarının da çekilmesi editör ve okuyucu için iyi olabilir.