1. Siyasetçilerin söylediklerini etkileyen iki ana motivasyon temsil ettikleri seçmen grubu ve siyasi partileridir.
Siyasi aktörler öncelikle birer temsilcidirler. Temsil ettikleri seçmen grubunun çıkarlarını gözetmek ve isteklerini kamuoyunda dile getirmek hem seçmenlere olan sorumluluklarından hem de kendi kariyer patikaları açısından rasyonel bir tercihtir. Fakat siyasetçilerin belli bir seçmen grubunu temsil etmeleri onların söylemlerini etkileyen tek motivasyon değildir. Batı Avrupa’da gelişen parlamento geleneği, ülkelerin siyasi sistemlerine siyasi parti kurumunu da armağan etmiştir. Siyasi partiler ulusal düzlemde kurumsal siyasetin en önemli aktörleri olurken, seçmenler nezdinde siyasi tercih açısından zihinsel bir kestirme görevi görürler. Siyasetçilerin söylemleri de çoğunlukla bir siyasi partiye aidiyetleri üzerinden şekillenir. Seçmenlere gönderdiği sinyal, üyesi olduğu siyasi partinin savunduğu görüşler silsilesiyle paralel olarak hareket eder. Elbette siyasetçiler söylemlerini birçok faktörün etkisi altında dile getirir, hatta bazı siyasetçiler herhangi bir siyasi partiyi temsil etmeyebilir. Fakat genel örüntü açısından iki ana motivasyon, temsil ettiği seçmen grubu ve siyasi partisidir. Türkiye’de uzun süren parlamento sistemi tecrübesi siyasi sistemde güçlü siyasi partilerin etkin rol oynamasını beraberinde getirdi. Aday belirleme konusunda Türkiye’deki siyasi partilere hâkim olan merkeziyetçi yaklaşım ve parti disiplini, milletvekillerinin olası yaklaşım farklılıklarını önemli ölçüde engelliyor.
2. Siyasetçi söylemlerinin çoğunluğu yanlışlanabilir olmayan normatif değerlere dayanır.
Motivasyonların çeşitliliği siyasi aktörlerin söylemlerine farklı şekillerde yansıyor. Öncelikle siyasetçiler kamuoyundaki açıklamalarıyla sadece seçmenleri rasyonel olarak ikna etmeyi hedeflemezler. Seçmen algısını etkilemenin yolu, aklın yanında duygulardan da geçer. Bu nedenle, siyasetçi söylemlerinin önemli bir kısmı seçmenlerle ortak payda olarak görülen normatif değerlere dayanır. Milliyetçilik, kültür, vatanseverlik gibi ortak atfedilen değerler siyasetçiyle seçmeni arasında kestirme yoldan köprü kurmayı sağlarlar. Örneğin ulusal güvenliğin siyaset gündeminde önemli yer kapladığı dönemlerde, ya da bu temanın başat rol oynadığı siyasi partilerde, siyasetçiler ve seçmenler arasındaki iletişimde bu normatif değerlere yoğun şekilde atıf yapılır. Değer yüklü bu açıklamalar doğası gereği yanlışlanabilir özellikte değildir. Bu iletişim stilinin siyasi iklimde baskın olması, uzlaşı kültürünün gerilemesinin ve toplumda kutuplaşmanın yaygınlaşmasının en önemli sebeplerinden biridir.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 24 Kasım 2020 tarihli grup konuşmasında dile getirdiği cümle Türkiye’de siyasi aktörler arasında oldukça yaygın milliyetçi duyguları uyandırmayı amaçlayan değer yüklü söylemlerin klasik bir örneğini oluşturur.
3. Siyasi rekabet aynı zamanda seçmenlerin algısı uğruna bir mücadeledir.
Asgari demokratik teamüllerin işletildiğinde, siyasi rekabet siyasetçinin seçmenle iletişiminin sadece normatif değerler üzerinden kurulmasını kısıtlar. Rekabetçi siyasi sistemlerde seçmenin o anda deneyimlediği her şeyden iktidarın sorumlu olduğu varsayımı üzerinden hareket edilir. Hal böyle olunca, siyasi iktidar ve muhalefet arasında seçmenin bu yaşadıklarını nasıl algılaması gerektiğine dair bir mücadele doğar. İktidar, mevcut durumu olumlama ve alternatif projenin başarısız olacağı iddiası üzerinden bir siyasi iletişim geliştirir. Muhalefetin siyasal iletişimi ise mevcut durumun olumsuzluğuna odaklanır. Bunun sonucunda mevcut durum siyasetçiler tarafından her zaman bir referansa göre değerlendirilir ve siyasi pozisyonlar değerlendirmeye içkin şekilde seçmenlere aktarılır. Bu siyasi iletişimde mevcut durumun karşılaştırmalı şekilde tanımlanması birincil rol oynadığından, öznelerarası geçerliliğe sahip en önemli araç ise niceliksel verilerdir. Örneğin, seçmen günlük alışverişini yaparken mevcut durumda avantajlı ya da dezavantajlı olduğu enflasyon verisi üzerinden hatırlatılır. İçinde bulunduğu ekonomik durum büyüme ve işsizlik verileri üzerinden tasvir edilir. Siyasi aktörler, verileri iki ana motivasyonları çerçevesinde kullanarak bulundukları siyasi konumlarıyla örtüşen bir söylem geliştirirler.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in ve eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın ülke ekonomisinin en önemli göstergelerinden biri olan işgücü verileri üzerinden geliştirdikleri karşılıklı iddialar, iktidar ve muhalefetin seçmen algısı üzerindeki rekabetlerini açık şekilde ortaya koyuyor. Akşener günümüzün ekonomi koşullarında çocuk işçi sayısının çok yüksek olduğunu hatırlatırken seçmenden mevcut ekonomi yönetimini olumsuz bir şekilde algılamasını bekliyor. Albayrak ise önceki dönemlerle karşılaştırmalı bir istihdam artışı verisine başvurarak iktidarın başarısını göstermeyi amaçlıyor.
4. Siyasetçiler bir ülkede algı ve olgu arasındaki mesafenin en önemli belirleyicilerinden biridir.
İnsanların bir konuya dair algıları birçok faktörden etkilenir. Fakat siyaset alanında karşılığı olan konuların başat belirleyicileri siyasi aktörlerin dolaşıma soktuğu görüşlerdir. Özellikle ABD’deki 11 Eylül saldırılarından sonra tüm dünyada artan Müslümanlara yönelik önyargılar birçok ülkede sağ ve aşırı sağda konumlanan siyasi partilerin seçim malzemesi haline gelmişti. Bu siyasi iklim içinde bazı ülkelerdeki algılarda da Müslüman nüfusun “sorun olarak görülme” eğilimi artarak olgulardan gitgide uzaklaştı. Örneğin Fransa’da insanların ülkelerinde yaşayan Müslüman nüfusun oranına yönelik ortalama tahminleri yüzde 31, ABD’de ise yüzde 15 civarında çıkarken, gerçek oranlar Fransa’da yüzde 8’i, ABD’de ise yüzde 1’i geçmiyor.
Türkiye de tahminlerle gerçeklerin arasındaki farkın en açık olduğu ülkelerin başında geliyor. Özellikle son yıllarda artan kutuplaşma, karşıt siyasi grupların birbirleriyle ilgili önyargılarının abartılmasına ve gerçeklikle hiç ilişkisi olmayan algıların gelişmesine neden oldu. Örneğin Türkiye’de insanlar 15-19 yaş arasında kadınların dörtte birinden fazlasının doğum yaptığını düşünüyor. Oysa gerçek sayı yüzde 2 seviyelerinde. Ulusal güvenliğin ülke gündemindeki yerinin olağanlaştığı bir siyasal iklimde Türkiye’de ortalama her 100 ölümden 9’unun terörist saldırılar sonucu meydana geldiği düşünülüyor. Halbuki gerçek sayı yüzde 1’in bile altında. İşte tüm bu yanlış kanaatler siyasi aktörlerin açıklamalarıyla yayılıyorlar. Seçmenler tarafından benimsendikçe de siyaseti şekillendiriyorlar. Böylece iddia edildikleri ölçekte birer sorun olmayan “sorunlar”, asıl sorumlular olmasalar da günah keçisi ilan edilen kullanışlı “hayali gruplar” yaratılıyor. Bu kısır döngüye sebep olan dile getirdikleri iddialarla siyaset alanının asli aktörleri siyasetçiler. Döngüyü sonlandırmak da yine onların elinde.