Yaş ayrımcılığı (ageism), ne yazık ki etnik ve dini ayrımcılık, cinsiyet ayrımcılığı, LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılık gibi daha görünür olan, hassasiyet geliştirilen ve eleştirilen tutumlar kadar dikkat çekmiyor.
Özellikle “yaşlı” olarak kabul edilen bireylere yönelik her türden ayrımcılığı vurguluyor olsa da, kavram aslında bireyin yaşından dolayı kabiliyetsiz, eksik, zihinsel ve yaşamsal becerilerinin gelişmemiş ya da eksilmiş kabul edilmesi; bu gerekçelerle toplumsal hayattan uzaklaştırılması, alay konusu edilmesi, anormal kabul edilmesi gibi anlamlar içeriyor.
Bu yönüyle yaş ayrımcılığını en geniş biçimde, çocuk, genç, orta yaşlı ya da yaşlı fark etmeksizin bireyin yaşıyla ilgili önyargılara ve kalıp yargılara (stereotiplere) maruz kalması olarak tanımlayabiliriz.
Burada ele alacağımız örnekler, yaş ayrımcılığının en önemli mağdurları olan “yaşlı” bireylerle ilgili olsa da, özellikle çocukların adeta “eksik, tamamlanmamış insanlar”mışcasına muamele gördüğü ve küçümsendiği birçok örnekle de karşılaşabiliyoruz.
Konuya yönelik olarak çalışan sivil toplum kuruluşları, çocukların görece fiziksel ve siyasal güçsüzlüklerinden dolayı haksız muameleye maruz kaldığını e yasalar önünde eşitlik ilkesine aykırı olarak ülke politikalarının oluşturulması süreçlerinden dışlandığını not ediyorlar.
Yaşlılar ile ilgili genel önyargılar ve kalıp yargılar ise şu şekilde özetlenebilir:
> “Yaşlılar, çoğunlukla sakat ya da hastalıklıdır”
> “Yaşlanmak, çirkinleşmek demektir. “Güzellik” yalnızca gençlikle ilgili ve gençlikte olan bir şeydir”
> “Akıl hastalıkları yaşlıların çoğunda kaçınılmazdır ve tedavi edilemez”
> “Yaşlılar toplumsal olarak işlevsizdir; akli ve fiziksel yetilerinin azalması onları üretebilmekten alıkoyar”
> “Yaşlılar kolayca kandırılabilir, dolandırılabilir”
> “Yaşlılık depresyonu da beraberinde getirir. Çoğu yaşlı insan mutsuzdur”
> “Yaşlılar hoşgörüden ve toleranstan uzaktır”
> “Yaşlılıkla birlikte cinsel istekler ortadan kalkar, yaşlı insanların cinsel hayatları yoktur; dahası cinselliklerini yaşamaya devam etmeye çalışmaları saçma ve gülünçtür”
> “Yaşlılar her zaman desteğe ve yardıma muhtaç oldukları için toplum için yüktür”
> “Yaşlılar hatırlayamaz, öğrenemez, akli yetenekleri azalmıştır”
(Kaynak: http://geriatri.dergisi.org/pdf/pdf_TJG_375.pdf)
Oysa gerek yapılan araştırmalar, gerekse özellikle toplumsal hayatın yaşlı insanlar da düşünülerek düzenlendiği ülkelerdeki deneyimler, yukarıdaki önyargıların büyük ölçüde geçersiz olduğunu ortaya koyuyor.
Nüfustaki “yaşlı” oranı yüksek olan Batı Avrupa ülkelerinde belli bir yaşın üzerindeki bireyler; ulaşım, şehircilik, yaşam alanları ve toplumsal yaşam pratikleri gibi etmenler her yaş grubu hesaba katılarak düzenlendiği için hayatın içinde her yaştaki bireyler gibi var olmakta, diğer bireylere olan zorunlu ihtiyaçları en az düzeyde gerçekleşmektedir.
Tüm dünyada, medyada, özellikle popüler kültür ürünlerinde yaşlı bireylerle ilgili yukarıda sayılan önyargıların ve kalıp yargıların izlerini bulmak mümkün. Yaşlı birey medyada kimi zaman olgunluk ve bilgeliğe karşılık gelse de çoğu zaman alay konusu, komedi ya da korku unsuru olarak temsil edilmektedir. “Bunak”, “düşkün”, “moruk”, “bir ayağı çukurda” gibi daha nice yaftanın yapıştırıldığı bu temsiller, yaşlı insanları toplumun “ucubeleri” gibi göstermekte; yaşlı bireylerin toplumsal dinamiklerin dışında bırakılmalarını söylemsel olarak meşrulaştırmaktadır.
Bu bölümde birkaç örnek üzerinden, habercilikte yaşla ilgili sorunlu ve ayrımcı kullanımları ele alacak ve pek de dikkat edilmeyen bu ayrımcılık biçiminin yeniden üretilmemesi için öneriler sıralayacağız.