1. İddia karşılaştırma içermiyorsa bile iddiaya içkin bir karşılaştırma olduğu akıldan çıkarılmamalı.
Siyasi rekabet, seçmenin algılarını şekillendirmek için verilen bir mücadeledir. Siyasi aktörlerin bu amaçla dile getirdiği her açıklamanın arka planında bir karşılaştırma vardır. İktidar o günün koşullarını başarı olarak sunmaya çalışırken, muhalefet de aynı koşulların olumsuzluğu üzerine odaklanır. Bu genel çerçeve, siyasi aktörler tarafından dile getirilen her iddianın geniş bir bağlamda yorumlanmasını sağlar.

HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay’ın iddiası ilk bakışta Türkiye’nin dış borcu göstergesine dair bir veriyi paylaşma amacını taşır. İçerdiği o günkü ekonomik koşullara ilişkin değerlendirmenin olumlu ya da olumsuz olduğu ise ancak iddiayı zaman karşılaştırmalı bir düzlem üzerinden ele aldıktan sonra anlaşılabilir.
2. İddialarda mutlak değer kullanımı her zaman yanıltıcı olur.
Karşılaştırma siyasi iddiaların en revaçta özelliğidir. Karşılaştırma vasıtasıyla herhangi bir başarı ya da başarısızlık, ortada bazı gerekçelere dayalı bir nedensellik ilişkisi olmasa bile açığa vurulur ve kamuoyunda dolaşıma girer. Fakat göstergeler aynı olsa bile, sadece mutlak değerleri temel alarak yapılan karşılaştırmalar bir sürü değişkeni gizlediği için yönlendiricidir. Siyasi aktörler de bu yönlendirmeye sıklıkla başvurur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti iktidarından önce ve sonraki dönemleri karşılaştırdığı alışılmış iddiaları çoğunlukla bu tür yönlendirmeler içerir. Örnek olarak sunduğumuz iddiada 2002-2020 arasında kredi-burs miktarının yaklaşık 12 katına çıktığı görülüyor. Fakat 18 yıl içinde fiyat endekslerindeki değişim dikkate alındığında, 2002’deki 45 TL’nin değerinin 2020’de 272 TL olduğu hesaplanabiliyor. Bir başka deyişle, 2020’de 550 TL olan kredi-burs miktarı bize gerçekleşen artışın aslında sadece iki kat olduğunu gösteriyor.

Bahsedilen dönemler arasındaki zaman aralığı arttığında, mutlak değerler arasındaki karşılaştırmalar daha da absürt bir hal alabilir. Bunun örneklerinden biri, Türkiye Cumhuriyeti’nin son Başbakanı Binali Yıldırım’ın İzmir-İstanbul otoyolunun değerini Türkiye’nin 1950’deki milli geliriyle karşılaştırdığı 2016 yılına ait açıklaması. Türkiye’nin enflasyon ile sorunlu bir geçmişi olduğunu düşündüğümüzde, bu karşılaştırmanın hiçbir anlamı olmadığı açık. Üstelik Yıldırım’ın iddiasında dile getirdiği miktarı ABD dolarını baz alarak hesaplasak bile uzun dönemde dolarda yaşanan değer değişimi de bu iddiayı geçersiz hale getirecekti. Türkiye’nin 1950’deki ABD doları üzerinden hesaplanan milli gelirinin 2016’daki değeri 32,5 milyar ABD Doları civarında. Halbuki Yıldırım’ın iddiasındaki projenin değeri 5 milyar ABD dolarına bile ulaşmış değildi. Şayet karşılaştırmayı Türk lirası üzerinden yaparsak sonuç daha bile çarpıcı: İddianın dile getirildiği 2016 yılında 9 milyar TL’nin 1980’deki değeri 56 bin TL civarında. 1950’de ise bu değerden daha da düşük olması çok olası.
3. Karşılaştırmalı iddialarda alınan referans noktasına şüpheci bakılmalı.
Ortalamaların karşılaştırmak, iki ayrı döneme ait belirli göstergelerde sahip olunan başarı seviyelerini ölçmek için elverişli bir iddia türüdür. İktidar gidişatın genel eğilime nazaran daha olumlu olduğunu ispatlamayı amaçlarken, muhalefet ise iktidarın performansındaki başarısızlığı göstermek ister. Fakat ortalama elde etmek için seçilen zaman dilimi, iddiayı siyasi aktörün istediği sonuca doğru çekebilir.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu iddiasıyla AK Parti hükümetlerinin büyüme performansını tarihsel düzlemde değerlendirmiş. Ortalamasını aldığı dönem ise 1946-2002 yılları arası. 1946-2002 ile 2003-2014 büyüme oranları ortalaması karşılaştırıldığında, Kılıçdaroğlu’nun iddiasında doğruluk payı olduğu bulunabiliyor. Fakat Kılıçdaroğlu’nun karşılaştırma için seçtiği zaman aralığında aykırı değer taşıyan bir yıl var: 1946. 2. Dünya Savaşı sona erdikten bir sonraki yıl, savaş zamanlarında daralan ülke ekonomilerinin hepsi ciddi oranlarda büyümüş. Türkiye de bu yıl %32 oranında büyüme kaydetmiş. Bu aykırı değer ortalama hesaplamasından çıkarıldığında, iki dönem arasında ciddi bir büyüme performansı farklılığının olmadığı anlaşılıyor.
5. Nedensellik ve korelasyon aynı şey değildir.
Bazı durumlarda siyasi aktörler iddialarını bir neden-sonuç ilişkisine dayandırarak tasarlarlar. Oysa iki değişken arasında bir nedensellik kurmak, sosyal bilimlerde en tartışmalı konuların başındadır. Sıklıkla yanlış sonuçlara varılmasına neden olur. İki değişken arasında uyumlu bir değişimin gözlemlenmesi ve bunun istatiksel açıdan belirli bir değerin üzerinde olması, iki değişken arasında korelasyon olduğu anlamına gelir. Ancak, korelasyon nedensellik ilişkisi kurarken önemli bir adım olmakla birlikte, değişkenlerin birbirini doğrudan etkilediklerini kanıtlamaz.

Kültür ve Turizm eski Bakanı Yalçın Topçu iddiasında terör faaliyetleri ile turizm göstergeleri arasında bir neden-sonuç ilişkisi kuruyor. İlk bakışta iki değişken arasındaki ilişki makul gelse de, Topçu bu neden-sonuç ilişkisini tek bir gözleme dayandırıyor. Savına başka kanıtlar da göstermiyor. Oysa aksini ortaya koyan çok sayıda bulgu var. Örneğin buraya tıkladığınız zaman okuyacağınız makalede ampirik olarak terör saldırılarının turizm sektörü üzerinde dikkate değer bir etkisi olmadığı belirtiliyor.
5. İddiada kullanılan verilerin nasıl oluşturulduğuna dikkat edilmeli.
Siyasi aktörler uluslararası kurumların raporlarını ve verilerini sıklıkla kullanırlar. Fakat bu raporlar ve verilere atıfta bulunurken, nasıl oluşturuldukları ve izlenen yöntem çoğu zaman gözden kaçar.

CHP eski Yalova Milletvekili Muharrem İnce iddiasında UNICEF tarafından 15 yaşındaki çocukların yaşam memnuniyeti üzerine yaptığı bir araştırmayı kaynak alarak, Türkiye’de dünyanın en mutsuz çocuklarının yaşadığını savunmuş. Oysa UNICEF’in yayımladığı rapor dikkatli bir şekilde incelendiğinde, araştırmada yüksek gelir grubundaki 41 ülkenin çocuk refahının ele alındığı ortaya çıkıyor. İddiada, abartılı bir şekilde raporda dünyadaki tüm ülkelerin değerlendirildiği izlenimi verilmiş.