Neden haberciliği “insan hakları odaklı” şeklinde ayrı bir başlıkla tanımlıyoruz? Bu tanım, gazetecilikte nasıl bir değişiklik yaratıyor? Bakış açımızı nasıl etkiliyor?
Yazı işleri toplantılarının en sık sorulan sorusu, “Bu haberi nasıl göreceğiz?” olur. Bir olguyu, olayı hangi yönleriyle haber yapacağımız, haberde hangi noktaları öne çıkaracağımız, o haberi yaparken hangi soruları sorduğumuz ve hangi gerçekleri yazdığımızın yanı sıra, haberin dili, yaptığımız haberlerin hak odaklı olup olmadığı gibi unsurlar belirler. Habere bakış açımız ve haberi yaparken sorduğumuz sorular, o haberin hem başlığını hem içeriğini oluşturur. Örneğin aynı olayla ilgili haberlerin farklı medya kuruluşlarında “müjde” veya “felaket” başlığıyla sunulması da bu farktan kaynaklanır.
Temel bir tanım yapmak gerekirse: Hak haberciliği öncelikle, haberi yazarken yeni ihlallere yol açmamak kaygısı taşımaktır. Ardından, mağdurun veya görünmez kılınanın sesine de yer vermek, yorumdan kaçınarak gerçek bilgiyi ortaya koymak, olayı sadece muktedirin açıkladığı kadarıyla değil, tüm yönleriyle anlatmak gelir. Haberdeki olayda hak ihlali olup olmadığına dikkat edilmeli, varsa ihlale dikkat çekilmelidir. Tüm bunları başarabilmek için de doğru soruları sormak gerekir.
“Gazeteci, önce halka ve gerçeğe karşı sorumludur. Bu sorumluluk kamu otoriteleri ve işverenine olan sorumluluklarından önce gelir.” Gazetecinin sorumluluğunu bu şekilde tanımlayan Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde gazeteciliğin temel görevlerinden bazıları şöyle sıralanır:
> “Gazeteci; halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüğünü kullanırken kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçekleri çarpıtmadan aktarmak zorundadır.
> “Gazeteci; başta barış, demokrasi, hukukun üstünlüğü laiklik ve insan hakları olmak üzere; insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur.
> “Gazeteci; milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim, dil, din, mezhep, inanç, inançsızlık, sınıf, dünya görüşü ayrımcılığı yapmadan tüm uluslar, halklar ve bireylerin haklarını tanır, saygı gösterir.
> “Gazeteci; insanlar, uluslar ve topluluklar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır.
> “Gazeteci; bireylerin, toplulukların ve ulusların kültürel değerlerini, inançlarını veya inançsızlığını saldırı konusu haline getiremez, küçümseyemez, alay edemez.
> Gazeteci; şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz.”
Bu en temel kurallar, zaman içerisinde gelişti ve bugün Türkiye’de literatüre bianet ile birlikte girmiş olan “insan hakları odaklı habercilik” artık daha fazla yapılıyor. Ancak ayrımcı, cinsiyetçi veya savaş kışkırtıcısı dili kullanan medya kuruluşlarının sayısı azalmıyor, hatta siyasi veya toplumsal ortamın gerginliği, basının dilini daha da sertleştirmesine sebep oluyor.
Dolayısıyla, bu kuralların üzerinden bir kez de en sık kullanılan ifadelerden örnekler vererek geçmeli:
“Dayak yedi” ifadesi, kadınlar veya protestocular için çoğu zaman düşünülmeden kullanılır ve eyleme maruz kalanı suçlu, eylemin sahibini ise edilgen bir konuma düşürür. Oysa doğrusu, bir kadının iradesi dışında dövülmesi ya da polisin göstericilere şiddet uygulamasıdır.
Aynı şekilde yaygın bir şekilde kullanılan “izinsiz gösteri” kalıbı da daha baştan protestocuları haksız ilan edilmesine yol açar. Ayrıca kanunlara dair yanlış bir yorumun benimsenmesi sonucu, gösteri düzenlemek için izin almanın gerekli olduğu şeklinde bir algının oluşmasına sebep olur.
Örneğin, savaştan kaçan mültecilerle ilgili bir haber, iki ayrı yayında birbirine yakın bilgiler içermesine rağmen taban tabana zıt bir sunumla karşımıza çıkabilir. Ortaya çıkan haberi belirleyen temel unsur bilgilere ne kadar hak odaklı yaklaşıldığının altında yatar.
Aşağıdaki iki haberde, mülteci karşıtlığının yanı sıra hatalı bilgiler de yer alıyor:
Haber 1:
Haber 2:
Aşağıdaki haberlerde ise “gerçek bilginin” yanı sıra hak odaklı bir bakışı görebilirsiniz:
Haber 1:
Haber 2:
Haberler arasındaki farklar neler?
> Haber dili: Sadece “mülteci” kelimesini kullanmak bile dilde olduğu kadar, yaklaşımımızdaki tercihimizi de anlatır. “Kaçak göçmen”, “izinsiz”, “pasaportsuz” gibi tanımlamalar, daha baştan okuyucunun kafasında bir “suçlu” imajı oluşturmaya, mülteciyi daha en baştan kriminalize etmeye yol açar. Dolayısıyla gazeteci kullandığı terimler ve tanımların hem hukukî hem de siyasi anlamlarını bilerek, haberinde doğru şekilde kullanmalıdır.
Ayrıca, “uyarı”, “iç savaş”, “şok, şok” gibi nidalar ve ünlem içeren ifadeler, okurda endişe ve korku yaratır. Bu da yönetme stratejisine basının alet olduğunu gösterir. Bu tür yorumlardan tüm haberlerde kaçınmak gerekir.
Küfür veya hakaret içeren sözcükler haberin değerine hizmet etmiyorsa (örneğin haberin konusu bir hakaret davası değilse) öne çıkarılmamalıdır.
Gazeteci zaten en baştan, olayın tanımını, olayın öznelerine bırakmak durumundadır. Buna ek olarak korku yayan veya cinsiyetçilik ya da şiddet içeren her türlü tanımlama, örneğin “Bomba gibi haber”, “adam gibi iş”, “şiddetle kınadı” gibi ifadelerden, yorum içerdiğinden ve ayrımcı/şiddet diline hizmet ettiğinden kaçınmak gerekir.
> Haberdeki bilgiler: Mültecilere sorulan basit bir “Neden kaçıyorsunuz?” sorusu bile haberin içeriğini oluşturmaya yetecekken, sadece devlet kurumları veya mülteci karşıtı siyasetçilere dayanan bir haberde mülteciye mikrofon uzatılmaz. Bu da yanlış bilginin yayılmasına ve düşmanlığın kışkırtılmasına hizmet eder.
Aynı şekilde, mültecilere maaş verilip verilmediği, veriliyorsa fonun kaynağı, bu maaşla geçinip geçinemedikleri, yaşam şartlarının ne olduğu gibi temel bilgilerin de bunu konu edinen bir haberde yer alması gerekir.
Sadece bir siyasetçinin iddialarını habere taşımak ve diğer bilgilere yer vermemek, o iddiaların doğru olduğuna dair bir imaj oluşturur.
> Haberde sorulan sorular: Mülteciler gerçekten “maaş” alıyor mu? Türkiye’de kaç mülteci var? Türkiye’ye neden kaçmak zorunda kaldılar? Mültecilerin yaşamları nasıl? Geçinebiliyorlar mı, sağlık veya eğitim hizmetine ulaşabiliyorlar mı? İnsan onuruna yakışır, asgari yaşam şartlarını sağlayabiliyorlar mı? Gelecek planları nedir, plan yapabiliyorlar mı? Ülkelerinde yaşamları nasıldı?…
Bu ve buna benzer sorular, hem gerçeğin açığa çıkmasını hem de haberin insan odaklı bir bakışın yer almasını sağlayacaktır.