“#GerçeğiSöyle: Hükümetimizden içinde bulunduğumuz iklim ve daha geniş olarak ekolojik kriz hakkında gerçeği söylemesini, tutarsız politikaları tersine çevirmesini ve vatandaşlarla iletişim kurmak için bu konuda medya ile birlikte çalışmasını istiyoruz.”
Yokoluş İsyanı
“İklim değişikliği” ya da artık bürünmüş olduğu yeni hâli ile “iklim krizi,” dünyanın ve dolayısıyla medyanın gündemine ilk kez 23 Haziran 1988’de girdi. NASA’da çalışan iklimbilimcisi James Hansen, ABD Senatosu’ndaki bir komisyonda, yeryüzü atmosferinde sera gazı etkisi tespit ettiğini, bunun da dünyanın iklimini değiştirdiğini ifade etti. Bir başka deyişle ilk defa insanların dünyayı ısıttığına dair bilimsel bulgular siyasetçilerin huzurunda paylaşıldı.
Fakat bu tarihten çok daha öncelerde, fosil yakıtların tüketilmesi ile ortaya çıkan iklim değişikliği bir bilimsel gerçek olarak biliniyor ama üstü örtülüyordu.
Los Angeles Times, Columbia Journalism School ve Pulitzer ödüllü Inside Climate News’ın haberlerinden anlaşılacağı üzere, dünyanın en büyük ve güçlü şirketi ExxonMobil’in 1970’ler, 1980’ler ve 1990’larda iklim değişikliği hakkında bilgi sahibi olduğu geç de olsa ortaya çıktı.
climatefiles.com adlı internet sitesinde bir araya gelen sızdırılmış ve yeni ortaya çıkan belgelere göre de 1988 yılı itibariyle enerji devi Shell’in sera gazı etkisinden haberdar olduğu artık sır değil.
Bu gerçeklerin hem kirleticiler tarafından hem de biliminsanları tarafından bilinirken dünyanın gündeminde bu denli geç yer edinebilmesi, medyanın rolünü ve üzerine düşen sorumluluğunu sorgulamayı gerektiriyor.
1) Gördüm, duydum, sustum
Carbon Tracker adlı izleme ve düşünce kuruluşu, büyük petrol ve doğal gaz firmalarının 2018 ile 2019 yılları arasında onayladığı ve değeri 50 milyar doları (yaklaşık 286 milyar TL) bulan projelerin, iklim krizini önlemek için küresel çapta yürütülen girişimlerin altını oyduğunu ortaya koyan bir rapor yayınladı.
Kökleri eskilere dayanan bu şirketler, iklim krizine neden olan küresel karbon emisyonlarının üçte birinden sorumlu 20 şirketten yalnızca ikisi.
Diğer fosil yakıt şirketleri de sağlanan teşvik ve desteklerle, reklamlarla ve – Türkiye’de Demirören ve Socar gibi fosil yakıt şirketlerinden de görebileceğimiz üzere – doğrudan televizyon ve gazeteleri satın alarak iklim değişikliğini olağan, kimi zaman müphem bir tartışma konusu hâline getirmeyi başardılar.
Türkiye’de medyanın iklim değişikliğine hangi oranda yer verdiğine dair çalışmalar oldukça yetersiz olsa da dönemsel ve dünya gündeminin etkisiyle artış ve azalma olduğu gözlemlenebiliyor.
İstanbul Politikalar Merkezi kıdemli araştırmacısı Ümit Şahin ve akademisyen Mehmet Ali Üzelgün’ün 2016 yılında yayımlanan “İklim Değişikliği ve Medya” başlıklı politika notunda bu durum şu şekilde tasvir ediliyor:
“Kuraklık dönemleri, alışılmadık hava olayları ve gündeme oturan küresel gelişmeler dışında iklim değişikliği Türkiye’nin kitlesel medya organlarında çok fazla yer bulamamıştır. Başka bir deyişle, medya sektörü ülkenin iklim politikalarının oluşturulmasında etkili bir aktör hâline gelememiştir. Bunun bir sebebi ülkenin son derece yoğun ve çatışmalarla dolu siyasi, ekonomik gündemi olabileceği gibi, gazetecilik ve televizyonculuk pratikleriyle ilgili faktörlerin de rol oynadığı söylenebilir.”
Bizler icra etmekte olduğumuz mesleğimizi, bu gidişatı durdurmak için insanları harekete geçirmenin ilk adımı olduğunu düşündüğümüz “gerçeği söylemek” ilkesi ile birleştirerek, kendimizi “iklim krizi habercileri” olarak tanımlıyoruz.
2) Nasıl bir taahhüt?
Şüphesiz ki, bu acil durum hâlinin önemini ve ne kadar fazla sayıda insanın bu konuda çaba sarf ettiğini gösterme konusundaki sorumluluk da medyaya ve gazetecilere düşüyor. Yaşanmakta olan iklim krizinin insanlar tarafından idrakıyla, bu idrak sonrasında harekete geçmelerinde en büyük pay sahiplerinden biri olan medya kuruluşları sessizliğini bozmaya başladı.
The Nation ve Columbia Journalism Review adlı yayın organlarının ortak kurucusu olduğu ve The Guardian gazetesinin işbirliğiyle yürütülen proje kapsamında yayın organları iklim krizi konusunda tüm medya kuruluşlarını harekete geçirmeyi amaçlayan bir taahhütname kaleme aldı.
Bu taahhütname “tarihte bir ilk” olmakla birlikte, konunun aciliyetini ve bu gerçekliğin önemini bilen gazeteciler tarafından bir çağrı niteliği taşıyor. Sonrasında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkeden yayın organları ve gazeteciler bu çağrının imzacısı olarak, yayınlarında iklim krizini gezegendeki hayatın en önemli gerçekliklerinin biri olarak ele almaya söz verdi.
Haberciliğe getirilen bu yeni yaklaşım elbette ki gazetecilik ve aktivizm arasındaki sınırı bulanıklaştırıyor. Ancak içinde bulunduğumuz acil durum hâli göz önünde bulundurulunca gazetecilerin “gerçeği söylemesine” duyulan ihtiyaç her zamankinden daha fazla hissediliyor.
Üstelik The Guardian, Reuters gibi köklü kurumların bu taahhütte katılmasıyla birlikte bu yaklaşım “anaakım” olarak adlandırılabilecek medya kuruluşlarında da yer almaya başladı.
Biz de okuyarak, araştırarak, dinleyerek, gözlemleyerek ve çoğunlukla deneye yanıla öğrendiğimiz iklim krizi haberciliğini anlatmak ve Türkiye’deki örneklerini çoğaltmaya vesile olmak için bu kılavuzu yayına hazırlıyoruz.
Bu eğitim modülü içerisinde hem Türkçe yayımlanan haberlerin içeriklerinin oluşturulmasında ortaya çıkan kriterleri hem de bu konuda işlenen haberlerin içeriği konusunda bir sınıflandırma çalışması yapmayı amaçladık.