Söyleşi, en temelinde karşılıklı konuşmak demek. İki veya daha çok insan arasında geçen her sohbete denk gelen bu kelimeyi gazetecilik çatısı altında bir dal haline getiren, bu konuşmanın kamuya bilgi aktarmak amacıyla belli bir disiplin içinde yapılması. Bu disiplinin ilk ayağı, konuşmanın sorularla oluşması. Bu sebeple söyleşiye en yakın anlamı taşıyan, fakat ondan “daha sıkı yapılandırılmış bir konuşmayı imleyen” kelime mülâkat.1 Disiplinin ikinci ayağıysa, soruları bir tarafın yöneltmesi, karşı tarafın yanıtlaması ve bu rol dağılımının söyleşi boyunca neredeyse hiç değişmemesi.
Soruların planlı olup olmaması, hatta buluşmanın önceden ayarlanmış olması gerekli değil. Ancak söyleşinin soru cevap şeklinde dökümünün görüntü, ses ya da en akılda kalıcı formu olan yazı aracılığıyla kamuyla buluşması onu gazetecilik ürününe dönüştürüyor. Bu nedenle gazeteci söyleşilerinin kaçınılmaz paydaşları gazeteci, konuk ve kamu/anonim haber tüketicisi.
Söyleşi ne demek değil?
Söyleşi ile röportaj kelimeleri pek çok kez birbirinin yerine kullanılıyor ve ilki, çoğu zaman ikincisiyle isimlendiriliyor. Bu hataya bazı gazetecilerin de düşmesine rağmen iki türün birbirinden farkı bariz. Metne baktığınızda soru cevap dizini olarak ilerleyen bir akış söyleşiye, kısa öyküyü andıran, yazar kaleminden çıkmış bir akışsa röportaja işaret ediyor. İki tür sadece şekil olarak değil, gazeteciye düşen rol açısından da farklı. Söyleşide, gazeteci tüm içeriği soru ve cevaplar etrafında düzenlemekle yükümlü iken röportaj, metni gazeteciye ve onun tasvirlerine bırakır.
Röportaj türünün üretilen ürünlerin niteliği açısından tarihsel olarak söyleşinin önüne geçmesi, gazeteciye bırakılan inisiyatif alanının daha geniş olmasından ve bu alanı unutulmaz anlatılarla dolduran röportaj yazarlarının çıkmasından kaynaklanıyor. Aydın Engin’in “Homeros’un Rüyası” kitabıyla hatırlattığı üzere güzellik yarışması kulisinden bildiren Sait Faik Abasıyanık,2 güney sınırda at kaçakçılarına katılan Yaşar Kemal,3 Hiroşima’yı o yazana kadar kimsenin kelimelerle canlandıramadığı John Hersey4 veya denizde kaybolan bir denizcinin hikâyesini birinci tekil şahıs kullanarak aktaran Gabriel Garcia Márquez5 bu örneklerden sadece birkaçı. Röportajda edebiyatın inceliklerini kullanan bu ve daha pek çok önemli gazeteciye kıyasla söyleşi alanında öne çıkan isimler sınırlı.
Gazetecilikte magazinden siyasete geçen İtalyan gazeteci Oriana Fallaci söyleşi türünün hâlâ dünyada en önde gelen ismi. 1929 doğumlu Fallaci aralarında (Filistin’in eski lideri) Yaser Arafat ve (Libya’nın ancak 42 yıl sonra devrilen diktatörü) Muammer Kaddafi’nin de olduğu dünya liderleriyle yaptığı söyleşilerle tanınıyor.6 Fallaci’nin keskin soruları ve o vakte kadar gazetecilerle yalnızca korunaklı ortamlarda karşılaşmış liderlerin hesaplanmamış tepkileriyle bu söyleşiler okuyucunun kalp atışlarını hızlandırabilen canlı metinlere dönüşüyor.
Türkiye’de söyleşi denilince akla başta süreklilik ve söyleşi öncesi hazırlıklarıyla Neşe Düzel ve Leyla Tavşanoğlu, anaakım medyanın göz ardı ettiği konu ve konuklara ilgisiyle müteveffa Berat Günçıkan, popüler kültüre yakınlığıyla bilinen Ayşe Arman ve ilk dönem işleriyle Nuriye Akman geliyor. Gazeteciliğin diğer pek çok alanına kıyasla, söyleşiler erkeklerden çok kadın gazetecilerin icra ettiği nadir bir tür olarak öne çıkıyor.