Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik, kısaca toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve cinsiyet çeşitliliğini göz ardı etmeyen bir habercilik yaklaşımı olarak açıklanabilir.
Bu habercilik yaklaşımı, toplumsal cinsiyet rejiminin dezavantajlı grubu olan kadınlar ve LGBTİ+’ların medyada eşit temsilinin sağlanmasının yanısıra toplumsal cinsiyet odaklı bakış açısının tüm haber politikasına yayılmasını hedefler.
Medyada kadın/LGBTİ+ temsil biçimleri, medyanın sadece kadına/LGBTİ+ bireylere değil, dünyaya nasıl baktığını gösterir ve bu bakışı meşru kılar; toplumu kadınları/LGBTİ+ bireyleri o şekilde algılaması yönünde şekillendirir1. Kadınların ve LGBTİ+’ların sistematik şiddete maruz kaldığı, kazanılmış haklarının kamusal olarak tartışmaya açıldığı mevcut durumda bu öznelerin medyada nasıl temsil edildiği önem kazanırken, toplumsal cinsiyet odaklı habercilik eşitsizlikleri ve ayrımcılığı yeniden üreten anaakım medya anlatısını dönüştürmeyi amaçlar.
Toplumsal cinsiyet rolleriyle ilgili klişelerin ve eşitsizliklerin tekrarlandığı haberler, toplumdaki muhafazakar önyargıları pekiştirekek eşitsizliği meşrulaştırdığı gibi, haberi okuyanların kendisini dışlanmış, ötekileştirilmiş hissetmesine neden olabilir, travmalarını tetikleyebilir ya da şiddet eğilimli bir okuyucuyu teşvik edebilir. Dolayısıyla haber dilinin, kelimelerin, haber görsellerinin özenle seçilmesi önemlidir. Bununla birlikte haber kaynaklarında da eşit temsile özen göstermek gerekir.
Yaygın medyada kadınlar ve LGBTİ+’ları ya kültür, sanat, magazin haberlerinin ya da şiddet, cinayet, ayrımcılık haberlerinin özneleri olarak görürüz. Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik ise kadın ve LGBTİ+’ların bir hak ihlaline maruz kalmalarını beklemez; haber öznelerini marjinalleştirecek ya da ikincil konuma düşürecek sansasyonel bir şekilde temsil edilmemelerine özen gösterir. Örneğin, kadınlara sadece Meclis’te bir “kadın istihdamı paketi” görüşüldüğünde ekonomi sayfalarında yer vermek yerine, tüm ekonomik gelişmelerin toplumda yaşayan kadınları, erkekleri ve LGBTİ+’ları nasıl etkileyeceğini, bu gruplar özelinde etkilerinin olup olmayacağını her haberde hesaba katar; her haberi toplumdaki cinsiyet eşitsizliği göz önünde bulundurarak değerlendirir.
Kadınlara ve LGBTİ+’lara sadece kadınları ve LGBTİ+ları ilgilendiren sorunlar olduğunda değil, gündemdeki tüm konularla ilgili mikrofon uzatır. Ekonomiden spora, siyasetten yaşama tüm alanların toplumun tüm öznelerini eşit derecede ilgilendirdiğini, toplumdaki tüm grupların görüşlerinin yansıtılması gerektiğini ve kadın ve LGBTİ+’ların sadece kendileriyle ilgili sorunlar üzerinden değil eşit haklara ve söz hakkına sahip bireyler olduğunu dikkate alır.
Toplumsal cinsiyet odaklı habercilik, sadece özel günlerde yapılan ve/veya içinde “kadın” ve/veya “LGBTİ+” geçen haberler değildir. Tüm hak mücadelesi alanlarında olduğu gibi, kadın ve LGBTİ+’ların medyada en görünür olduğu dönemler, özel günlerdir. Kadınlar 8 Mart’larda, Anneler Günü’nde, Sevgililer Günü’nde, Meme Kanseriyle Mücadele Günü’nde, 25 Kasım Şiddetle Mücadele Günü’nde, LGBTİ+’lar ise sadece Onur Haftalarında ya da bir ülkede evlilik eşitliği yasası onandığında yaygın medyada yer bulur. Ancak bu görünürlük de çoğu zaman onlara biçilen toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren “en önemli ve kutsal görevi annelik olan kadın”, “eğlenceli/’renkli’ geyler” gibi anlatılarla birlikte gelir. Ertesi gün ise medya fotoğraflarda, uzman görüşlerinde, haber kaynaklarında, haber metinlerinde erkeklerin egemen olduğu olağan haline geri döner.
Bu alışılmış tabloyu tersine çevirmek editörlerin ufak dokunuşlarından ve muhabirlerin haber seçimlerinden geçiyor. Örneğin Anneler Günü’nde “annenizin yükünü hafifletecek mutfak teknolojileri” yerine babaların ebeveynlik görevlerini hatırlatan bir haber yapılabilir. Sevgililer Günü’nde haber içeriklerinde ve haber görsellerinde eşcinsel çiftlere yer vermek, okuyucular açısından kapsayıcı bir yaklaşım olacaktır.